Müslüman’in temel ilkesi sudur: Insana kalacak olan
biriktirdigi degil dagittigi / infak ve ikram ettigidir.
Bundan dolayi biriktirip yigmak için degil, infak ederek,
sadaka vererek Allah’in rizasini kazanmak için çabalar
ömrü boyunca. Dünyayla iliskisi su iki cümlede özetlenebilir:
Helalinden kazanmak ve infak etmek. Yani Müslüman
bir taraftan geçimini temin etmek için çalisacak, öte yandan
infak ederek de kazandigini temizleyecek. Çünkü infak etmek,
kazandigini çer çöpten arindirmaktir. Mal biriktirmek, servet
yigmak Müslüman’in asla hedefledigi bir sey olmayacak. O
dünya hayati boyunca su uyariyi asla hatirindan çikarmaz:
Mali-mülkü, serveti biriktirip sayanlara veyl olsun! Onu infak
ve sadaka ile temizlemeyenlere yaziklar olsun!
Öyleyse iki önemli husus var, dikkat edilmesi gereken:
Çalisarak elde ettigimizin helal ve temiz olmasina özen gösterecegimiz
gibi, kazancimizda var olan yoksullarin hakkini
da teslim edecegiz. Evet, yoksulun hakki. Allah Teâlâ öyle tanimliyor çünkü. Çünkü veren bir lütufta ve ihsanda
bulunmuyor, baskasina ait bir borcu eda ediyor sadece.
Müslüman’in infakta dikkat edecegi ince bir noktadir
burasi. Bu suurla hareket ettiginde, verirken basa kakmak
gibi Allah Teâlâ’nin yasakladigi bir davranisa
tevessül edemez. Bu tür bir vermenin infak ve sadaka
olmayacagini, vereni daha büyük bir felakete sürükleyecegini
bilir ve bu noktada dikkatli olur. Bu birinci nokta.
Ikinci mühim nokta da sudur: Müslüman infak esnasinda
onu bekleyen en büyük tuzaklardan biri olan
riyaya karsi uyanik olur. Verirken gösteris için; “görsünler,
desinler, övsünler” diye verenler, yaptiklarinin
karsiligini bu dünyada isteyenlerdir. Dogal olarak da
onlarin Allah’tan bir beklentilerinin olmamasi gerekir.
Hatta riya gizli sirk kabul edildigi için, böylelerinin
verdikleriyle cehennemi satin aldiklarini bile söylemek
mümkün. Maazallah.
Öyleyse bazen infak etmeyerek Allah’in gazabina ugrayacagimiz
gibi bazen de verdigimiz halde insanlarin
takdirini kazanmayi arzuladigimiz için yine Allah’in
azabindan kurtulamayiz.
Müslüman, Allah Teâlâ’nin mülkü, gücü ve iktidari
insanlarin ve topluluklarin arasinda dolastirip durduguna
iman etmistir. Azginlik yapanlardan, nimetin
sükrünü eda etmeyenlerden Allah’in onu alacagini
ve baskasina verecegini bilir. Mülkün mutlak manada
Allah Teâlâ’ya ait oldugunu bir an bile aklindan çikarmaz.
Her seyin ilk, son ve sahibinin O (cc)
olduguna inanir.
Simdilerde pek göremesek de eskiler bu konuda çok
hassas davranir; yazihanelerine, isyerlerinin görünen
bir yerine, “Mülk Allah’indir” levhasini asarlardi.
Soruldugunda kendilerini emanetçi olarak takdim
ederlerdi.
Müslüman daima sunu düsünür: Allah Teâlâ bazen
vererek bazen de vermeyerek kullarini imtihan eder.
Mahrum birakilan sabrederek, nimete verilen de dagitip
sükrederek bu imtihani basarabilir. Bundan dolayi
Müslüman elde ettiklerini bileginin gücüyle, zekâsiyla
elde ettigini asla düsünmez. Bilir ki Allah vermezse,
vermek istemezse hiçbir güç O’ndan zorla alamaz. Rizki
takdir ve taksim eden O’dur. Evet, sebepler yaratmistir
ama son tahlilde veren O’dur.
Hem nice güçlü kuvvetli, akilli ve yetenekli insan vardir
ki geçimini saglamaktan acizdir. Bu yeteneklerden
yoksun nice insan da vardir ki dünya nimetleri içinde
yüzmektedir.
Öyleyse sebeplere sarilmakla birlikte daima O’na siginacak,
O’ndan isteyecegiz. Ve unutmayacagiz: “Çok
paranin; helal olsa hesabi var, haram olsa azabi var.”
Ayni sekilde, “Çok mal haramsiz olmaz.” sözünün asla
öylesine söylenmis bir söz oldugunu düsünmeyecegiz.
Tabi su da var: Insan kazanacak elbette, üretecek; bu
fitri bir reflekstir. Rabbimizin isaret ettigi gibi, insan
yeryüzünü imar edecek çünkü buna elverisli yaratilmistir.
Önemli olan dünyaya aldanmamak, ebedîlik
duygusuna kapilmamak ve asil yurdu unutmamaktir.
Zira o, ticaretinde ahlak ve adaletle temayüz eder, piyasa
kurallarina degil hayatinin tümünü kusatan yaradilis
gayesine baglidir. Bundan dolayi da hayatinin tüm alanlarinda
merhametten, adaletten, ahlaki duyarliktan bir
an bile ayrilmaz. Ekonomiyi ve is hayatini kulluktan
bagimsiz bir alan olarak görmez, bilakis onu ubudiyet
hayatinin tümü içinde degerlendirir.
Vahsi kapitalizmin aksine Islam, insani esyanin ve
malin mutlak sahibi ve maliki olarak görmez. O daha
çok kullanicisi ve emanetçisidir. Çünkü o inanmistir ki
Allah, mali mülkü, iktidari ve serveti insanlar arasinda
döndürüp dolastirir. Ve bilir ki mal da Allah’in, onun
üzerinde mutlak tasarruf iddiasinda bulunan insan da.
Mal biriktirme hastaligi ve tüketim çilginligi insanoglunu
sarhos etti. Insan korkunç sonunu kendi elleriyle
hazirliyor âdeta. Isin kötüsü; ona yavasla diyecek, hakki
ve hakikati gösterecek hiç kimse de yok. Yalnizca
Islam kaldi, tüketilmeyen ve son sözünü söylemeyen.
Kirlenmeyen bir Islam kaldi su yeryüzünde.