ILIM VE IRFAN | Ocak | 2015 | AYIN KONUSU
MARIFET: KENDINI BILEN RABBINI BULUR
ILIM ve IRFAN

VARLIKTAN MURAT O’NU TANIMAKTIR

Allah Teala bir ayet-i kerimede, “Insanlari ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattim.” (Zariyat, 56) buyurmaktadir. Ibn Abbas (ra) bu ayet-i kerimedeki, ibadet etsinler kavl-i serifini, tanisinlar, bilsinler, arif olsunlar olarak tefsir etmistir. Buna göre yaratilis amacimiz, su fani âlemde bulunma sebebimiz Cenab-i Hakk’i tanimak, O’nu bilmek yani marifetullahtir.

Marifet egitimi tasavvufun özüdür. Tasavvuf yolcusu, yolun sonunda, yolun, varligin, kendisinin sahibi olan Zat ile karsilasmayi, O’nu tanir hale gelmeyi murat eder. Ibadetlerden gaye de, ilimden gaye de budur. Bu amaca hizmet etmeyen ibadetler yorgunluk, bu gayeye yardimci olmayan ilim yüktür. Çünkü marifet, ilim ve irfan yolunun üsaresidir, özüdür.

Marifet egitimi bir kimsenin yalniz basina gerçeklestiremeyecegi bir egitimdir. Çünkü marifet, ariflerin buyurduklari gibi, kal ile degil hal ile tadilan, satirlardan degil sadirlardan bellenen bir bilgidir. Bu anlatilamazligi, kelimelerle aktarilamazligi sebebiyle, salikin nasil oldugunu tam olarak idrak edemedigi ancak yasayinca tattigi, idrak ettigi ve kavradigi bir bilgidir. Bunun egitimi de bu yüzden, marifeti tatmis, yasamis ve tecrübe etmis bir rehberin yoldasligina ihtiyaç duyar ki, o rehber, acemi yolcuyu yolun tehlikelerinden, tuzaklarindan ve kestirmelerinden haberdar ederek salimen hedefe ulastirsin. Marifeti talim etmis kimseye arif denmektedir. Bir hadis-i serifte, “Ümmetimin alimleri, Israilogullarinin peygamberleri gibidir.” buyrulmaktadir. Bazi arifler, bu hadis-i serifte geçen alimleri kelimesine, arifleri manasi verirler. Onlara göre hakiki ilim marifet ilmidir. Allah’i tanimaya yardim etmeyen ilim hakiki ilim olarak adlandirilmaya layik degildir. Hatta Allah Teala karsisinda hasyet duygulari tasiyan bir ümminin, bu hasyetten yoksun bir bilginden daha arif oldugunu bir çok önemli sufi dile getirmistir. Marifet, kalbi degistiren, gönlü dönüstüren bir bilgidir. Sadece zihnin degil, kalbin ve ruhun da etkilendigi bir bilgidir.

Dosyamiz iste bu önemli hakikatle alakali birbirinden önemli yazilardan olusuyor. Hayirlara vesile olmasi temennisiyle.

MARIFETULLAH VE MARIFET-I NEFS
PROF. DR. SÜLEYMAN ULUDAG
Genel olarak ilim bilmek, marifet tanimak, asina olmak, tanisik olmak anlamina gelir. Örf (çogulu araf), maruf (çogulu maarif) muarefe (tanismak) arif (çogulu urefa), arefe (çogulu arafat), tarif (çogulu tarifat, itiraf, bir seyi kabul veya ikrar etmek), arraf (kahin), tarife, tearif gibi Türkçede de kullanilan pek çok bildik kelime ayni kökten gelir. Marifetin de marufun da çogul sekli aynidir, mearif.

Ilmin ziddi cehalet, marifetin ziddi inkardir. Kur’an’da ve hadislerde marifet kökünden kelimeler epeyi fazla olmakla beraber ilim kökünden gelen kelimeler daha ziyade yer alir. Hak Tealanin bilgisine de kulun bilgisine de ilim dendigi halde Allah’a alim-alîm denir ama arif denmez. Zira marifet tecrübe ve müsahedeyle sonradan edinilmis malumattir. Ilimler tarihinde ve kültüründe marifet ve bundan türeyen kelime ve terimler önemlidir, bunlarin tasavvuftaki önemi ve degeri daha fazladir.

Ilk sufiler marifet kelimesini hem Allah hem kulu ile ilgili bilgi anlaminda kullanmislardir. Bir insan olarak kulun kendisini, nefsini bilmesine ve tanimasina marifet-i nefs, Hakk’i bilmesine ve tanimasina marifetullah demislerdir. “Nefsini, kendini bilen Rabbini bilir.” ifadesiyle tasavvufun bu temel fikri ve algi sekli anlatilmistir. Bu anlamda Hakk’i taniyanlara ve bilenlere arifibillah denilmistir. Alimbillah da ayni anlama gelir. Hak Teala ile ilgili bilgi, tanima ve algilari digerlerinden ayirt etmek için marifet billah ve ilim billah deyimleri kullanilir. Bu anlamda ilim ile marifet arasinda fark yoktur ama baska bir açidan bakildiginda ilim ve marifet epeyi farkli iki kavramdir. Mesela sufiler akli, mantiki, kiyasi ve istidlali bilgilere ilim dedikleri halde marifet ve irfan demezler. Zira marifet soyut, teorik ve zihinsel bir bilgi ve algi degildir. Tersine gözlemden, tecrübeden, amel ve ibadet gibi pratiklerden çikan yasanmis ve tadilmis (zevk-vicdan) bir bilgi, algi ve tanima, tanisma seklidir. Bu nitelikte olmayan bilgi ve algilara sufiler marifet demezler, ilim ve malumat derler. Tadan bilir, tatmayan bilmez sözünün anlami budur.

KENDINI BILMEYEN RABBINI BULAMAZ
PROF. DR.SÜLEYMAN DERIN
Sufilere göre salikin Rabbine vasil olabilmesi için onun kendi maddi ve manevi yapisini iyi tanimasi gerekir. Zira bir hadis-i serifte, “Nefsini bilen Rabbini bilir.” buyrulmustur. Bu sebeple tasavvuf kitaplarinda nefsin maddi ve manevi yapisiyla ilgili pek çok bilgi verilmistir. Nefsini, bedenini, nefsani arzularin kaynagini bilemeyen bir insanin kendini terbiye etmesi ve hayvani dürtülerini kontrol altina almasi son derece zordur. Günümüz insanliginin en büyük problemi kendi yapisini bilememesidir. Ne hazindir ki insanoglunun dis âlemle ilgili bilgileri her geçen gün artmakta, insanlar bir yandan baska galaksilere ve yildizlara ulasmaya çalisirken öte yandan kendi nefs yapilarinda daha bir cahil hale gelmektedirler. Bugün pek çok insan kendi varliginin farkli katmanlarinin oldugunu unutmus, nefsini varliginin merkezi zannetmistir. Halbuki nefs ruhun binegi ve hizmetçisi durumundadir. Insan varliginda sultan olmasi gereken ruhtur, nefs degil. Tasavvuf her zaman fedakarligi ve neftsen kurtulmayi tavsiye ederken modern psikoloji insanin bencilligini artiran bir yapiya sahiptir. Deyim yerindeyse bugün nefsanilik ve bencillik bir din haline gelmistir. Psychology as Religion adli kitapta Paul Vitz, selfism, bencilligin Amerikalilar arasinda hakim din haline geldigini söyler. (Bilal Sambur, Din ve Psikoloji Iliskisini Yeniden Düsünmek, Islami Arastirmalar, 2006, no:3, 438)

Allah Teala insanin bu hazperest ve bencil halini nefsine kulluk olarak tavsif etmis ve bu tür insanlari söyle zemmetmistir: “Nefsinin kötü arzularini tanri edineni gördün mü? Resulüm, onlara vekil olabilir misin yoksa sen, onlarin çogunun gerçekten söz dinleyecegini yahut akledecegini mi saniyorsun? Hayir onlar hayvanlar gibidir hatta tuttuklari yol açisindan daha da sapiktirlar.” (Furkan, 43-44)

Sufiler insan yapisini daha çok Rabbani ruh ile türabi beden ikilemi içinde ele alirlar. “Sizi topraktan yaratmasi, O’nun varliginin delillerindendir.” (Rum, 20) ayetinin tefsirinde Ibn Acibe Hazretleri söyle der: “Insanin beseri kalibinin asli toprak, ruhunun asli ise Rabbin nurudur. Eger ruh üzerine topraklik vasfi galip gelirse insan toprak âlemine yani dünyaya dogru cezbolunur. Bütün isi dünya derdi olur ve esfel-i safiline düser. Aksine ruh daha güçlü olursa bu sefer ruh, bedeni yüce âlemlere dogru çeker, onun manevi vechesi maddi tarafina galip olur. Hakikat nurlari karsisinda beseri taraf teslim olur, böyle bir ruh insani nurlar ve sirlar âlemine dogru götürür.”

Bu yorumdan anlasildigina göre türabi varligimiz bizi madde âlemine ve asagilarin asagisina çekerken, ruhumuz ise bizi Rabbimize cezbetmektedir.

DÖRT KAPININ DÖRDÜNCÜSÜ: MARIFET
ISMAIL ACARKAN
“Her birinize bir seriat, kural ve uygulamalar; minhac, yöntem ve yol yatagi belirledik.” (Maide, 48) Seriati belli kural ve uygulamalari içeren sürekli bir eylem akisi ve faaliyet olarak tanimlarsak minhac o akisin yöntemi, yolu ve yatagidir. Nasil ki yolunda ve yataginda gitmeyen bir irmak denize ulasamazsa tarikatin çerçevesinde yasanmayan seriat ta sinirli bir etkiye sahip olur. Yani tefekkür, mana, farkindalik ve halden yoksun uygulamalar da hakikat ve marifet denizine bizi ulastirmaz. Seriati akan suya benzetirsek tarikat o suyun yatagi olur. Yataginda akmayan su ise kaybolup gidebilir. Bir baska deyisle tarikat seriatin yoludur. Örnegin namaz kilmaya çalisan insan namazin sartlarini, kurallarini ve seklini ögrenir, uygular. Bunlar namazin seriatidir. Namazdan önceki abdestin, namazdaki tekbirin, rükunun, secdenin ve selamin manasini idrak etmeye çalisarak o manalar istikametinde o namazi kilmaya çalismak tarikattir. Namaz ancak o tefekkür ve mananin içinde, yataginda kilinirsa kisiyi hakikat ve marifet deryasina eristirir. Irmak suyunun yatagini genisletip derinlestirmesi ve yine irmagin yataginin irmagin suyunu muhafaza ederek denize ulastirmasi gibi seriat ve tarikat birbirini destekler, birbirine hizmet eder ve gelistirir. Bu anlamda seriat ve tarikat bir ve beraberdir. Bu nedenle seriati gereksiz ve geride birakilacak bir kabuk olarak görmek yanlistir.

INSANIN ANLAM ARAYISI NE ZAMAN SON BULUR?
MONA ISLAM
Yeryüzüne baktigimizda bütün çesit ve renkleriyle varlik âlemini görürüz. Bakmak ayri, temasa etmek ayri seylerdir. Temasa bir seye anlamiyla derinligiyle, elden geldigince tüm yönleriyle bakmanin adidir. Temasaya basladigimizda her seyin bir yeri, bir islevi, etrafindaki varliklarla bir iliskisi ve bir mahiyeti oldugunu görürüz. Bir de sunu hissederiz; her sey yerinden memnundur. Her sey huzurludur.

Sonra gözlerimizi kendimize çeviririz. Hatta bireysel ve öznel olanin ötesinde insanlik dedigimiz tümel varliga bakariz. Onun da bir yeri, islevi, iliskileri ve mahiyeti vardir. Öyle mi? Bu soruyu cevaplamak hiç kolay degildir. Asirlarca filozoflari ugrastiran bir tartismadir, insanin yeri, islevi, etrafindaki varliklarla iliski biçimi ve mahiyeti. Insan evrendeki en belirsiz varliktir. Siniri haddi yoktur. Olsa da insan onu asar. Hem insanin haddinin olmamasi bir tesadüf müdür? Bazilarinin iddia ettigi gibi insan âleme sonradan yerlesmis her varligi tüketen deforme eden dünyayi hasta eden bir virüs müdür? Fakirin kanaati bu yönde degil. Evet insan sinirlari asar ama bu gerçekte öyle olmasi istendigi içindir. Hatta kendi sinirlarini asmakla kalmaz, tabiatin sinirlariyla da yetinmez, ondan ikinci bir tabiat çikarir ve buna hayat der. Icatlar yapar, müdahale eder, dogayi degistirir. Fesat da çikarir, mucizelere de konu olur. Tarih, bir nevi insanin tabiatin üstüne çikip yazdigi hayatin bir resmidir. Bu resim bazen bize güzel bazen çirkin gelir. Ama parçasi oldugumuz hayat tuvalinde her birimizin açik seçik kavramlastirip sormasa da sezdigi, unutturmak için ne kadar icat çikarsa da yine de bir yerden çikip kendini insana hatirlatan sorularimiz vardir.

(Dosya yazilarinin tamami Ilim ve Irfan dergisi Ocak (2015) sayisinda.)

Muhterem Müslümanlar, sahabe-i kiramdan rivayet edildigine göre Ramazan-i serif yaklastiginda...

Mübarek Ramazan ayinin gölgesi üzerimize düstü. Çok sükür yeniden ulasiyoruz bir kutlu zaman dilimine....

Ilim ve Irfan dergisinin Mart 2024 sayisi Ramazan dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2016