ASLI ASTARI OLMAYAN DÜNYA
Sonda da söylenebilecek bir kiymetli siiri en basta analim: “Kim umar senden vefayi/ Yalan dünya degil misin?/ Muhammed-i Mustafa’yi/ Alan dünya degil misin?” Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri bu siiriyle dünyaya metelik vermedigini, onun oyunlarina, hilelerine, aldatmalarina kanmadigini, bizim de kanmamamiz gerektigini dile getirmiyor mu?
Evine televizyon aldiktan sonra, “Damadim almis, hem hocam, ne olur yani, kötü bir sey çikarsa kapatirsin, degil mi?” diye cevaz almaya çalisan kimseye, Zahid Kotku Hazretleri, “Kolay mi kapatmak, evliya bilegi lazim onun için.” demistir.
Dünyaya karsi hepimize bir evliya bilegi lazim. Bunca imkan, bunca güç, bunca haz, bunca gösteris aklimizi basimizdan almiyor mu? Hem bilegimiz hem yüregimiz saglam olmadikça kendimizi kaptirmamak; dünyanin yalanlarina dolanlarina, oyunlarina hilelerine kanmamak elde mi?
Bizler imkan ve imtihan dünyasindayiz. Dünya, ahirete en yakin yerdir. Bu yakinlik, bizim ömrümüzdür. Imkanlari, mali-mülkü, aileyi, evladi, refahi, serveti bize lütfedenin emri üzerine mi kullanacagiz yoksa imtihani unutup bir oyunun içinde mi kaybolacagiz? Dünya ilk, ahiret sondur. Dünya han, ahiret duraktir. Ilk yerde bizden bir hazirlik istenir; sonsuzlugun hazirligi.
Bu dünyada nasibimiz buraya yetecek kadar olmali, ahiret için ise oraya yetecek kadar amel biriktirmeliyiz. Tabii, amellere de degil rahman ve rahim olan Rabbimizin lütuf ve keremine siginacagiz.
Dünya mali dünyada kalir. Ahirete giden kalplerimiz ve amellerimizdir. Bir denge tutturmadikça, hesap kitap yapmadikça bu isin içinden çikamayiz. Hesabi, burasi için degil orasi için, ilk için degil son için yapmaliyiz.
Sabreden fakir ve sükreden zengin meselesi bir soru olarak akillara gelmektedir; cevap da zaten buradadir. Fakirin sabri da zenginin sükrü de makbuldür. Allah dostlari, parayi kalbe degil kasaya koymayi, o kasayi da fakir fukara ve ihtiyaç sahipleri için harcamayi kendilerine bir düstur edinmislerdir. Onlarin bilekleri de yürekleri de bu sebeple bükülmez; güçlüdür. Biz de, o yolda olalim, niyetimiz bu olsun.
Ebu Serrac, el-Lüma adli kiymetli eserinde, Resulullah Efendimizi söyle anlatiyor: “Peygamberimiz zenginlik arzulamaz ve fakirlikten de korkmazdi. Bir ay iki ay geçtigi olurdu ki, hanesinde yemek için ates yanmazdi. Yiyecekleri hurma ve sudan ibaretti. Yemegini yer üstünde oturarak yerdi. Fakirlerle oturup kalkar, çarsi-pazarda halkin arasinda dolasirdi. Asla tek basina yemek yememistir. Resulullah Efendimiz söyle buyurmustur: Dünya bana arz olundu da ben yüz çevirdim. (Tirmizi, Zühd, 35)”
Evliyanin bilegi de yüregi de, adim adim takip ettikleri Resulullah Efendimizden almaktadir gücünü.
Biz de dosyamizda, dünya nedir, sorusuna cevap aradik. Birlikte, bulanlardan olmamiz duasiyla, sizi dosyamizla basbasa birakiyoruz.
DÜNYA NEDIR, NE DEGILDIR?
PROF. DR. SÜLEYMAN ULUDAG
Din-dünya ayrimi dinler tarihinin ve sosyal bilimlerin önemli meselelerinden biridir. Böyle bir ayrimin hiçbir sekilde yapilamayacagini savunanlar yaninda ayrim yapmanin lüzum ve faydasindan, laisizmden ve sekülerizmden bahsedenler de çoktur. Bu yazinin konusu, bu meseleyi erken dönem Islam düsüncesi çerçevesinde ele almaktir.
Din-dünya kavramlari iç içe geçmis iki temel kavramdir. Kur’an-i Kerim’de ve hadis-i seriflerde bu iki kavram da bu sekilde ortaya konmus, Islam’in ilk asirlarinda Islami ilimlerin gelisme sürecinde de genellikle mesele böyle görülmüstür. Bununla beraber bu dönemde bu iki kavramla ilgili olarak oldukça genis ve ayrintili açiklamalar yapilmis, ayni husus daha baska terimlerle de açiklanmaya çalisilmistir: Dar-i dünya/dar-i ahiret. Dünya-ahiret gibi.
Dünya-ahiret ayrimi iki farkli âlem ayrimini da kaçinilmaz olarak beraberinde getirmistir: Fani-baki âlem, hakiki-yalanci âlem, ebedi-geçici âlem, cismani-ruhani âlem, maddi-manevi âlem, zulmani-nurani (karanlik-aydinlik) âlem, sehadet-gaib âlemi.
Söz konusu ayrimlar varlik -vücud- konusunda da devam etmistir: Kadim-hadis varlik, yaratan-yaratilan varlik, baska bir seye dayanmadan ve muhtaç olmadan kendi basina var olan ve varligi devam eden (bizatihi-lizatihi var olan) varlik, kendi basina var olan (vacibü’l-vücud), kendi kendine var olmayan ve varligi vacibü’l-vücuda dayanan mümkün (zorunlu olmayan) varlik: Allah Teala ve kainat gibi. Bu husus mebhas-i vücud denilen ontolojinin konusudur. Felsefe kadar dini de ilgilendirmektedir.
DÜNYANIN IÇINE GIR, ONU IÇINE ALMA
PROF. DR. SÜLEYMAN DERIN
Allah Teala bu âlemde en kiymetli varligi olarak biz insanlari yaratmis ve tüm kainati içindekilerle birlikte bizim emrimize vermistir. Dünya nimetlerini asiriya kaçmadan kullanmamizi, onlari hak yolunda harcayarak ahiret azigi haline çevirmemizi emretmistir. Ne var ki insanin, kendisine hizmetçi yapilan maddeye karsi asiri hirsli olmasi onu efendi oldugu dünyaya köle yapmistir. Özellikle içinde bulundugumuz yüzyil, materyalizmin doruk noktasina ulastigi bir çagdir. Insanlarin deger yargilari her geçen gün maddi degerlere endekslenmekte, manevi ölçülerimiz yok olmaktadir. Modern hayat tarzlari insanimizi daima tüketime sevk etmektedir. Harcamayi hayat tarzi olarak kabul edenler ise artik ahireti tamamen unutmakta, tek gaye bu dünyayi bina etmek olmaktadir.
Sufilere göre Allah insani bu dünyaya imtihan için göndermistir, imtihan olundugumuz konular su ayet-i kerimede detaylica sayilmistir: “Insanlara, kadinlar, ogullar, yüklerle altin ve gümüs yiginlari, cins atlar, davarlar, ekinler gibi zevklerin sevgisi, çekici hale getirildi. Fakat bunlar, dünya hayatinin geçici nimetleridir. Oysa Allah, akibet güzelligi, O’nun yanindadir.” (Al-i Imran, 14)
(Dosya yazilarinin tamami derginin 80. sayisinda.)